Evinizde ailenizle oturmuş birlikte sohbet ediyorsunuz, Bir anda konuşulan bir cümlede takılıp kalıyorsunuz, cümleleriniz duruyor,gözleriniz donuklaşıyor,zihninizin derinliklerinde tam olarak farkında olamadığınız bir anıya gidiyor ve bazı duyguları bir an hissediyor ,görüntüler görüyor,sesler duymaya başlıyorsunuz..
Kelimeleri anlamasanız bile bu bir tartışma, bir iç hesaplaşma ve bedeniniz o tanıdık ağırlık, baskı ve iç sıkıntısı duygusuyla doluyor yeniden. İçinizden ortamdan koptuğunuzu fark ediyorsunuz ve hızla geri geliyorsunuz.Belki de böyle anları defalarca bunu yaşadınız. Tam olarak nereye gittiğinizin farkında değildiniz ve neden oraya gittiğinizi de bilmiyordunuz. Bekli de farkındaydınız ama hangi kelime, hangi cümle sizi oraya götürdü, onu bilmiyordunuz.
Bu ve buna benzer tabloları zaman zaman yaşarız. Çevremizde birilerinin söylediği bir söz, gördüğümüz bir şey; bizi farkında dahi olmadan, sayısını bilmediğimiz irili, ufaklı birçok anıya götürür.Araba kullanırken, televizyon izlerken, yemek yerken, uykuya dalarken, banyo yaparken, dişlerinizi fırçalarken, biriyle konuşurken, yürürken, balık tutarken, spor yaparken,müzik dinlerken,yazı yazarken,ders çalışırken, iş yerinde çalışıyorken,bir sohbet ortamında hatta bir kitap okurken sık sık geçmişe gidersiniz.
Oysa geçmiş öyle gül bahçesi gibi bir yer değildir. Geçmiş, aksine fırtınaların koptuğu, başarısızlıkların yaşandığı, ezilmişliklerin, dışlanmaların, küçük düşürülmüşlüğün, hayal kırıklıklarının,ihanetlerin,yalanların ve acıların olduğu, çatışmaların geldiği bir yerdir.
“ O gün bunu yapmasaydım, şimdi kim bilir nerelerdeydim.”
“ Hayatımda yaptığım en büyük hataydı o.”
“ Keşke farklı davranabilmiş olsaydım.”
“ Kim bilir şimdi her şey ne kadar farklı olurdu.”
“ Bana bunu nasıl yaptı?”
“ Bunu hiç hak etmemiştim.”
“ Eğer yaşıyor olsaydı…”
“ Eğer ailem elimden tutsaydı şimdi daha iyi yerlerde olurdum…”
“Keşke kendime güvenseydim o kararı verebilseydim…”
“ Keşke başkalarını değil kendimi önem verseydim..”
“ Keşke kestirip atmasaydım ilişkimi ,konuşsaydım”
Bu cümlelerdeki keşkenin verdiği üzüntüyü, sıkıntıyı fark edin lütfen.
Hepimizin sık sık içine düştüğü bu ruh hallerinin hiç biri şimdiye ait değildir. Şimdide suskunluk, pişmanlık, keşkeler, kayıplar yoktur. Bu duyguların hepsi geçmişe aittir.
Bu duygu ve düşünceler bizi boğar, nefessiz bırakır . Hatalarımızı ve uğradığımız haksızlıkları düşünür ve bu düşüncelerin pençesinde kıvranıp dururuz, sanki onlardan hiç kurtulamayacakmışız gibi.Sanki hep mutsuzluk bizle bütünleşmiş gibi hissederiz.
Bir çift konuşmaya başladığında, söz dönüp dolaşıp geçmişte bir birlerine yaptıkları yanlışlara, birinin söylediği ve diğerinin rahatsız olduğu bir cümleye, karşılanmayan tamamlanamayan duyguya ve beklentiye gelir.
Söz konusu olan hep geçmiştir ve geçmişe gidildiğinde ilk akla gelen şeyler hep olumsuzluklardır. İlk önce geçmişteki yaşadığımız olumsuz duyguları, acıları, çaresizlikleri ,kırgınlıkları, üzüntüleri anımsarız, öfkemiz, öç alma duygularımız da geçmişte barınmaktadır.
Bilinçaltımız anne karnında 4.ay dan itibaren oluşmaya başlar. Bilinçaltımız daha çok negatife odaklıdır.Anıları ve duyguları depolar .Bilinçaltımız negatif olan her şeyi her zaman daha kolay yerde tutar.pozitif kısmını daha aşağılarda tutar bunun nedeni ise bilinçaltımızın 1.görevi bizi korumaktır.Bu koruma bizim için olumsuzda olsa bilinçaltımız bunu alışmıştır ve kesinlikle alıştığımız duyguları düşünceleri bizim adımıza korur.
Örneğin yemek yeme alışkanlığı kilo sorunumuz vardır ve rejim yapmak az yemek yemeyi istediğimiz halde bir türlü başlayamayız ,bunun nedeni bilinçaltımız kendince bizi koruyordur alıştın sen buna acıdan kaçın der ve haz veriyor vazgeçme der.ve bir türlü başlayamayız.Klasik her pazartesi rejime başlıyorum sözlerini çoğu kez duyar dururuz…
Bunların hangisinden bu güne kadar fayda sağladık acaba?
Mutsuzluğun temel nedenlerinden biri de; içinde bulunduğumuz anın dışına çıkarak, geçmişe yaptığımız huzursuzluk ve tedirginlik dolu yolculuklardır.Geçmişimizde hep olumsuzluklar mı var? Elbette hayır. Ama insanoğlunun tercihi çoğu zaman olumsuz olana gitmektir.Arkadaşlarınızla ailece gittiğiniz bir tatilde kızınız denize sizin haberiniz olmadan girmiş olması ve boğulma tehlikesi geçirmesi. O anda geçirdiğiniz stres üzüntü korkunun zamanın ,harcadığınız o istek dışı enerjiye hayıflanmaya vakit bulamadan, çocuğunuzun yaşamının tehlikeye girmesinin verdiği endişenin,halen korkudan titrediğini fark edersiniz
.Eğlenmeye gittiğiniz bi yerde daha başınıza ne geleceğinden habersiz,erkek arkadaşınızla birlikte çok güzel bir vakit geçirmeyi hayal ederken birden hiç ummadığınız bir olumsuz olay yaşıyorsunuz ve bütün geceniz berbat olarak geçiyor .Arkadaşlarınızla gittiğiniz tatili ve erkek arkadaşınızla gittiğiniz o mekanı düşündüğünüzde ilk aklınıza gelen bunlardır, değil mi?
Bir arkadaşınıza yaşadığınız bu tatili anlatırken ilk değindiğiniz şey; kızınızın nasıl sizden habersiz denize girdiği ve daha sonra yaşadığınız endişe ve korkular olacaktır.Bir bakın bakalım; bu düşüncelerin hangisinde manzaranın güzelliği, denizin kokusu var? Tatilin keyfinden ya da sevgilinizle geçirdiğin romantik anından hiç söz edilmemiş. Ya bu olaylar başlamadan önce geçirdiğiniz keyifli saatler oraya gelirken duyduğunuz heyecan nerede?Ara sıra eski arkadaşlarınızı hatırlar mısınız, özellikle can ciğer arkadaş olduklarınızı?
Onlarla ayrılma nedeninizi de hatırlıyorsunuz, değil mi? Onunla yaşadığınız güzel anlardan önce, kavgalarınız ve yaşadığınız tatsızlıklar hücum ediyor beyninize, değil mi?Zihnimizin, daha doğrusu bilinçaltımızın önemli bir görevi vardır. Bilinçaltımız bizi korumakla görevlidir ve bu sebeple ilk önce olumsuz olanı hatırlatır bize.Bu koruma her zaman amacına uygun gerçekleşmez. Zaman zaman güzel bir olayı gölgeleyen, kara bir sis gibi olabilir. Yaşadığımız çok güzel anlar olmuştur ama olumsuzluk sisleri bu güzelliğin etrafını sarmış ve görünmesine engel oluyordur.
Geçmişte yaşadığımız güzellikleri hatırlama eğilimimiz sınırlıdır, çünkü geçmişte yaşanan güzel duygulara yaşanmış ve bitmiş gözüyle bakarız. Fakat geçmişte yaşanan olumsuzluklara karşı tavrımız maalesef aynı değildir.Bunun nedeni ise tamamlanmamış duygularımızdır.
Aynı olumsuzlukları defalarca teraziye koyar, tartar biçeriz. “Keşke şöyle söyleseydim, kahretsin neden bu düşünce o anda aklıma gelmedi” “keşke aklıma gelseydi her şey daha farklı olurdu”. Aslında olay olup bitmiştir ama zihnimizde halen devam ediyordur.
Elbette ki yaşadığımız olaylardan ders çıkarmalıyız ve bugünün sorunlarını bugün çözmeliyiz. Yarın çözmeye kalkarsak, yarın yaşayacağımız güzellikleri ve mutlulukları da sonsuz ve belirsiz bir geleceğe erteleriz.Sorunları yaşadığımız anda çözmemiz, mutluluğumuzu, o mutluluğu yaşadığımız anda tatmamız gerekir.Kupon olarak biriktirirsek yaşadığımız olayları bizle birlikte içimizde yük olarak olmaya devam ederler ve bir süre sonra birikimin verdiği ruh yorgunluğuyla stresli bir anımızda, çok anlamsız bir konu yada olay da patlarız o an belki de kırmamamız gereken birini kırarız ya da kendimizi üzeriz.
Geleceğinde, geçmişinde kaderi şu anda belirlenir. Burada, şu anda yaptığımız bir olay, davranış, yarının geçmişini oluşturur.Bazı kişiler yaptığı işten zevk almaz , çalışırken sık sık saatine bakar. O kişiler için zaman bir türlü bitmek bilmez. Oysa bu kişiler, yaptıkları işe odaklanarak geçirseler, bir saat sonra evde yaşayacakları, barda yaşayacakları ya da dışarıda yaşayacakları zevki o anda alacaklardır.Anı yaşayan insan özgür ve rahat hisseder, mutlu ve huzurlu olur, anı yaşamak başarı ve güç getirir, anı yaşamak çözüm üretir.
Yaptığınız iş, bulunduğunuz mevki, içinde bulunduğunuz durum, şartlarınız iyi ya da kötü, ne olursa olsun; şimdiyi yaşamanın tadına vardığınız zaman, hayatın ne kadar güzel, ne kadar olağanüstü olduğunu hissetmeye başlarsınız.
Kısacası; geçmişi de, geleceği de şimdiki an belirlemektedir. Şimdiyi yaşamayı başaran, kontrol edebilen kişi her ikisini de kontrol ediyor demektir.
Bir zamanlar, tahta oymacılığıyla uğraşan, hayatın sadece yüzeyinde kalmayıp, hakikatlerini de hissetmeyi beceren yaşlı bir usta yaşardı.
Bu ustanın, her şeyden şikayet eden bir çırağı vardı. Çırak başına gelen en küçük sıkıntıdan bile şikayet ediyordu. Hayat onun için sanki sırf kötülüklerden, sıkıntılardan ve mutsuzluklardan ibaretti.Ustası bir gün çırağı tuz almaya gönderdi. Adeti olduğu üzere, çırak söylene söylene denilen şeyi yaptı.
Döndüğünde ‘Şimdi tuzun ne gereği vardı?’ gibisinden bir edayla tuzu ustasının önüne koydu.Usta ona, şimdi bir avuç tuzu bir bardak suya döküp karıştırmasını söyledi
. Çırak yine suratı asık bir şekilde söyleneni yaptı. Usta ‘Şimdi de o suyu iç’ diye emretti. Çırak, önce kaşlarını çattı. Bir bardak tuzlu suyu içmesini nasıl isterdi ki ustası? Ama ona olan saygısından, zorlanarak da olsa bardaktan bir yudum aldı, almasıyla da tükürmesi bir oldu.
‘Tadı nasıldı?’ diye sordu usta.
‘Acı!’ diye kızgınlıkla cevap verdi çırak.
Usta anlamlı anlamlı gülümseyerek çırağı bu defa köyün kenarındaki tatlı su gölünün kıyısına götürdü. Çırağına aynı şeyi burada yapmasını, bir avuç suyu göle atmasını ve gölden su içmesini söyledi.Çırak söyleneni yaptı, tuzu göle atıp, gölün tatlı suyundan kana kana içti. O ağzının kenarlarından akan suyu eliyle silerken ustası sordu:
‘Tadı nasıldı?’
‘Bal gibi tatlı!’ diye karşılık verdi çırak.
‘Tuzun tadını alabildin mi?’
‘Hayır’
Bunun üzerine, bilge usta, suyun yanında diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve ona ömrü boyunca unutamayacağı şu dersi verdi:
‘Evladım! Hayatımızdaki sıkıntılar tuz gibidir, ne azdır ne de çok. Sıkıntıların miktarı hep aynıdır. Ancak, bu sıkıntıların kişiye ne kadar ıstırap vereceği onun neyin içine konulacağına bağlıdır. Bir sıkıntının, ıstırabın olduğunda yapman gereken şey duygularını genişletmektir. Bardak olmayı bırakıp, göl olmaya çalışmaktır.’
Comments